Kaleciliği Askerlik Şubesine Borçluyum!
Türk futbolunun efsane kalecisi, şimdinin Milli Takımlar Genel Koordönatörü Rüştü Reçber, Total Futbol programına çarpıcı açıklamalarda bulundu.
- 18.11.2013 20:35
- Güncelleme: 18.11.2013 20:35
- 2567
Kalecilik sırlarından milli takıma, Barcelona'dan Alex Ferguson'un ondan neden nefret ettiğine kadar her şeyi anlatan Rüştü Reçber, Türk futbolunda artık sadece parası olanlara değil futbol bilgisi ve başarısı olanlara da şans verilme zamanının geldiğini söyledi.
Futbol tarihinin efsane golcülerinden Alan Shearer futbola kaleci olarak başlamış. Siz ise tam tersi futbola forvet olarak başlayıp dünyanın sayılı kalecilerinden oldunuz…
İşin aslı o esnada oynadığım amatör takımın kalecisi askere gitmeseydi, değil Türkiye Milli Takım tarihinin en fazla forma giyen kalecisi, belki de hiçbir zaman kaleci olamayacaktım. Küçükken ileride oynamayı, gol atmayı çok seviyordum. Ortaokuldan itibaren sadece futbol değil atletizm sporu da yaptım. Çocuk yaşlardan itibaren hep çok hızlı, çabuk olduğum için hocalarım beni futbol kadar atletizme de yönelttiler. Hatta maraton koşusuna bile katıldım. Ama asıl 100 metrelerde çok iyiydim, daha o yaşta 100 metreyi 11 saniyede koşuyordum. Sonra boyum uzun diye kaleciliğe yönlendirdiler. İlk kalecilik dönemlerimde A takımda kaleyi korurken PAF takımda da bir yandan forvet olarak oynamaya devam ediyordum. Dursun hoca vardı, "Senin boyun uzun, kalede de iyi oynadın. Artık tamamen kaleci ol" dedi.
"KALECİ OLMAMI ASKERLİK ŞUBESİNE BORÇLUYUM"
Yani Türk futbolu tarihinin en iyi kalecilerinden birisini askerlik şubesine mi borçlu?
Aynen öyle! Bir süre sonra forvetten alınıp kaleye geçirilmesem belki şu anda bu röportajı yapmıyor olurduk çünkü forvet kalsaydım bu kadar parlak bir kariyerim olmayabilirdi.
Profesyonel olduktan sonra mesela bir Chilavert ya da Ceni gibi "gol atan" bir kaleci de olmadım. Amatör takımda oynarken kaleye geçtikten sonra da penaltıları kullanmaya devam etmiştim. İşin aslı profesyonel kaleci olduktan sonra içimden hiç "İleri çıkıyım ben de gol atayım" demedim. Beraber çalıştığım teknik direktörlere bazen son dakikalarda bizim takım yenikse "Hocam duran top oldu, ileriye çıkıp ben de gol arayayım mı?" diye sorduğum oldu ama hiçbiri beni hücuma yollamadı, "Kalende kal!" dediler.
Benim kalecilik idolüm Peter Schmeichel'dır, o bir keresinde son dakikada duran topta ileri çıkıp gol atmıştı. O zaman aklıma gelmişti: "Rüştü sen eski forvetsin ama sen bu tip pozisyonlarda hiç ileri gönderilmiyorsun!" İşin aslı her kaleci gol atma sevincini yaşamak ister. Ama bir süre sonra kaleyi korumak, gol yememek adına o kadar konsantre oldum ki aklımdan bir daha gol atmak geçmedi.
Sanırım eski bir forvet olmanız, kaleye geçtiğinizde forvetlerin koruduğunuz kaleye çekeceği şutları, açıları önceden sezmek, kestirmek konusunda işinize yaradı…
Kesinlikle çok işime yaradı. Mesela karşı karşıya pozisyonlarda kaledeysem o zaman daha önce forvet oynadığımda benzer pozisyonlarda nasıl vuruşlar yaptığımı hesaba katarak hamleler yaptım. Yine de asıl bana büyük katkı sağlayan büyük takımlarda oynarken büyük golcülerle antrenman yapmam oldu.
Günümüz futbolunda kalecilerin artık sadece elleriyle yaptıkları değil ayaklarıyla yaptıkları da kriter alınıyor. Mesela Claudio Taffarel kariyeri boyunca antrenmanlarda sık sık orta saha oyuncusu olarak oynatılıp çalıştırıldığı için ayaklarını iyi kullandığını söylüyor…
Çok doğru bir konuya temas ettik. Kalecilerin tekniği, oyun görüşü, çabuk karar alması açısından gelişmesi için kalecilik idmanı dışında da futbol antrenmanı yapmaları gerek. Beni de hocalarım sık sık antrenmanlarda forvette, orta sahada oynattı. Her teknik adamın da bunu uygulaması lazım. Bence sadece Taffarel değil tüm iyi kaleciler bu şekilde çalışmışlar, çalıştırılmışlardır.
"ALMAN KALECİLERİN ALDIĞI ALTYAPI EĞİTİMİNİ ALMAK İSTERDİM"
Eski bir Barcelona kalecisi olarak modern kalecilerin ayaklarını kullanma özelliğinin ne kadar belirleyici olduğunu zaten en iyi siz anlatırsınız. Ancak yine "eller"e dönersek sanırım kaleci altyapı eğitimi artık daha da önemli hale geldi. Mesela siz 16 yaşında ilk kez kaleye geçtiniz ama Barcelona'nın transfer etmek istediği Mönchengladbach kalecisi Ter Stegen, 16 yaşındayken 23 kez Almanya milli takımı forması giymişti. Benzer altyapı eğitimi almış olmak ister miydiniz?
Alman kalecilerin aldığı eğitimi almış olsaydım daha da iyi yerlere gelebilirdim. Şimdi Türkiye'de de kaleci antrenörleri var. Ama Almanya'da bu 40 yıldır var ve o yüzden Ter Stegen, Leno gibi birbirinden iyi genç kaleciler yetiştirmeye devam ediyorlar. Ben onların yaşındayken hiç kaleci antrenörüyle çalışmamıştım. Keşke benzer altyapı eğitimini alabilseydim. Bunu o yaşta değil de tecrübeli bir kaleci olunca anladım. Mesela Barcelona'ya transfer olduğumda benzer bir eğitim almış olsaydım, orada daha kalıcı olabilirdim. 16 yaşımda ilk kez kaleye geçip bu kadar iyi kariyer yapmam da benim için ayrıca önemli tabii. Yine de o Alman kalecilerin aldığı eğitimi almak isterdim. Şimdi Futbol Federasyonu'nda çalışırken en çok yapmak istediğim şeylerden birisi. İlk kez kaleci antrenörüyle Antalyaspor'da çalıştım. 1992 yılıydı. Kısa süre sonra da kendimi milli takım kalecisi olarak buldum. 2. ligde daha yeni yeni oynamaya başlarken ilk kez milli takıma seçildim. Her şey çok hızlı gelişti.
"ÖNDER ÖZEN'İN SAMBADE HAMLESİNİ TAKDİR EDİYORUM"
O yüzden bu yaz Beşiktaş Futbol Direktörü Önder Özen, Sambade gibi bir ismi getirip yeni bir kaleci departmanı kurunca çok takdir ettim. Kaleci antrenörleri kısa süreli çalışmaz. Mesela Fatih Terim ayrılınca Taffarel'in Galatasaray'dan ayrılmaması çok önemli. İyi kaleciler, istikrarlı kaleciler uzun süreli planlı çalışma sonucu yetişir. Açıkçası ben de böyle bir felsefenin kurumsallaşmadığı ama dönemin konjonktürünün çok üstünde geleceği de hesaplayarak yapılan bir tercih sonucu bu kadar iyi bir kariyer yaptım. Milli takıma ilk seçildiğimde 2. ligdeki Antalyaspor'da 20 maç bile oynamamıştım, sonra neredeyse 20 yıl A milli takımı formasını giydim.
"ENGİN İPEKOĞLU İLE ÇALIŞMAK DÖNÜM NOKTASI OLDU"
"Her şey çok hızlı gelişti" dediniz. Bu hızlı ama etkileyici gelişimde en çok kimler işinizi kolaylaştırdı?
Bir arkadaşımı da kaybettiğim trafik kazasını geçirmeseydim Fenerbahçe'den önce Beşiktaş'a transfer olacaktım. Sonra Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye transfer olan Engin İpekoğlu ile çalışmak benim için dönüm noktası oldu. Engin abi sadece kalecilik tecrübelerini aktarmakla kalmadı. Türkiye'de yerli kalecilerin kaderini değiştirdi. Uzun süre sonra büyük bir takımımızın istikrarlı ve güvenilir bir kalecisi oldu Engin İpekoğlu. Onun sayesinde o dönemde benim gibi yerli kalecilerin önü açıldı. Bir de bizzat beni aldı çalıştırdı Engin abi. Sonra bir gün büyük bir şanssızlık oldu ve bir Kayseri maçında Engin İpekoğlu'nun ayağı kırılınca ben oyuna girdim, gerisi geldi.
Tabii bu süreçte kaleci antrenörlerimizden Datcu'ya da çok şey borçluyum. Bana ilk kez uçmadan, sürekli planjon yapmadan kalecilik yapmayı, gerçek anlamda yer tutmayı, pozisyon almayı Datcu hoca öğretmiştir.
"SCHMEICHEL VE ZENGA'YA HAYRANDIM"
Bir yandan da dünyanın en iyi kalecilerini izlerdim. Mesela 90'ların başında Peter Schmeichel ve Walter Zenga'ya hayrandım. Asla maçlarını kaçırmazdım. Özellikle Schmeichel'ı idol belledim, örnek aldım. Sonra bir baktım önce Şampiyonlar Ligi'nde Manchester United maçında sonra da Euro 96'da Schmeichel karşımda! Halen formalarını saklıyorum, son görüştüğümde Schmeichel'a bunu söyledim, o da bana "Ben de seninkileri saklıyorum Rüştü" dedi. Sonrasında Türkiye'ye geldiğinde Zenga ile de tanışma mutluluğuna, kalecilik üzerine konuşma fırsatı buldum. Zenga'dan aldığım kaleci eldivenlerini de halen saklarım. Engin İpekoğlu-Datcu ikilisinden çok şey öğrendim, dünya çapındaki kalecilerden ise iki idolüm Schmeichel birinci, Zenga ikincidir benim için. Hayallerinin peşinden koşmak çok güzel bir şey gerçekten de!
"KALECİDEN TEKNİK DİREKTÖR OLMAZ SÖZÜ SAÇMASAPAN BİR KLİŞE"
Zenga deyince şunu da sormak isterim. Türk futbolunda "Kaleciden iyi teknik direktör olmaz" diye çok saçma bir klişe, ezber var. Hâlbuki Şenol Güneş hoca, Dünya Kupası'ndaki en büyük başarımızın mimarı. Mourinho'dan 1 yıl önce 2002'de Dünyanın En İyi Teknik Direktörü seçildi. Fransa'nın tek Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazandığı sene Marsilya'nın teknik direktörü eski Belçikalı Goethals'tı. Zoff, Leao falan derken liste uzar gider… Türkiye'deki "Kaleciden iyi teknik direktör olmaz" klişesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu saçmasapan klişeler sadece Türk futbolunda var. Avrupa'nın kalanında asla bu kadar mantıksız bir klişe duyamazsınız. Kaleci oyunu sürekli en geriden takip ettiği için oyunun gidişatını herkesten iyi görür. Bu da teknik direktörlük için çok önemli bir avantajdır.
Aslında bu saçma klişeye en güzel cevabı Şenol Güneş hoca verdi. Ayrıca Rasim Kara hoca da Beşiktaş teknik direktörüyken şampiyonluğu son anda kaybetti. Rasim hoca oyunu çok iyi okuyabilen bir teknik adamdır. Engin İpekoğlu keza PTT 1. Ligi'nin aranan teknik direktörlerinden birisi.
Ancak ben 8 sene önce "Teknik direktör olmayacağım, yönetici olacağım" diye karar vermiş, buna göre hazırlanmıştım. Kalecilerin daha oynarken teknik direktör olup olmayacaklarına karar vermeleri ve ona göre kendilerini yetiştirmeleri lazım. Yani üzerine çalıştıktan sonra kaleciler de bütün bu saydığımız örneklerde gördüğümüz gibi çok iyi teknik adamlar olabilirler.
"29 YAŞINDAN SONRA BİLE ŞENOL GÜNEŞ'TEN ÖNEMLİ ŞEYLER ÖĞRENDİM!"
Şenol Güneş hocayı anmışken, bu yaz yine Dünya Kupası'nı evden izleyeceğiz. 2002'de ise adeta dünyaları kurtardınız. Bunda teknik direktörümüz Şenol Güneş hocanın eski usta, rekortmen bir kaleci olmasının rolü ne kadar sizce?
2002 Dünya Kupası'nda beni dünyanın en iyi 2. kalecisi seçtiler. Ama bunu son maçlardan yani final maçı ve 3.-4.lük maçından önce seçtiler. 1. seçilen Oliver Kahn, Almanya'yı adeta tek başına finale çıkarmıştı. Ancak biz finalde Almanya'yı yenip şampiyon olacak Brezilya ile o Dünya Kupası'nda 2 kez karşılaştık. Belki Almanya'nın yerine biz, bizim yerimize Almanya en baştan çapraz eşleşseydik, finalde biz olabilirdik.
Şenol Güneş hocanın eski usta bir kalecisi olması otomatikman benim performansımı arttıran baş faktörlerden birisiydi. Şenol hocanın yanı sıra kaleci antrenörümüz Mehmet Kulaksızoğlu da benim için büyük bir şanstı. 2002 yazında 29 yaşındaydım ama kalecilik adına Şenol Güneş hocadan da Mehmet hocadan da yepyeni şeyler öğrendim.
İşin aslı o dönemde ben sakattım, pubis sakatlığım vardı. Dünya Kupası'ndan önce 52 gün kamp yaptık ama ben sakatlığımdan dolayı en fazla 15 gün idmana çıkabildim. Buna rağmen Şenol Güneş hoca sayesinde mental açıdan sakatlığın kötü etkilerinden kurtuldum. Sonrasında da Barcelona'ya transfer oldum zaten! Daha ne olsun! Allah ikisinden de razı olsun!
"RIJKAARD YERİNE GUARDIOLA YA DA HIDDINK OLSAYDI…"
O zaman Barcelona günlerinize geri dönelim. Rijkaard ile ilişkiniz çok konuşuldu ama ben başka bir şeyi merak ediyorum. Sizce Rijkaard yerine doğrudan Guardiola ile çalışsaydınız, Barcelona kariyeriniz farklı olur muydu?
Ben zaten Barcelona başkan adayı Laporta ile anlaştığımda bana başkan olursa teknik direktörün ya Hiddink ya da Koeman olacağını söylemişti. Hatta Laporta, başkan seçilmeden önce Hiddink ve Koeman ile konuşmuş ve her ikisinin benimle çalışmayı çok istediğini belirtmişti. Ben de bu yüzden daha önce Manchester United'la imzaladığım önsözleşmeyi iptal ettim. Arsenal'in teklifini reddettim. Ama Laporta başkan seçilince işler başka türlü gelişti ve ismi hiç geçmeyen Rijkaard, Barcelona teknik direktörü oldu! Ben Hiddink'le çalışmak çok isterdim, o zaman söz konusu olsaydı tabii ki Guardiola yönetimindeki Barcelona'da da olmak çok isterdim.
"PUYOL TARİHİN EN İYİ 5 SAVUNMACISINDAN BİRİSİ"
Barcelona'da en sevdiğiniz takım arkadaşınız Puyol muydu?
Evet, Puyol ve Luis Enrique en sevdiğim takım arkadaşlarımdı. Kluivert, Reiziger'i de çok seviyordum onlarla oda arkadaşıydım. Ama ilk Barcelona'ya gittiğimde bana gerçekten de çok yakın, samimi davranan kaptanlar Luis Enrique ve Puyol'du. Barcelona'daki çoğu zamanımı Puyol ve Luis Enrique ile geçirdim. İspanya ve Katalanya'ya alışmam, adapte olmam için ikisi de çok çalıştı.
Barcelona sanki halen Puyol'un yerini dolduramadı. Doldurabilecek gibi de değil. Eski bir takım arkadaşı olarak siz ne dersiniz?
Evet. İstatistikler de bunu söylüyor zaten. Puyol sadece Barcelona'nın en iyi savunmacısı değil. Bence Puyol tüm zamanların en iyi 5 savunmacısından birisi. Belki üst düzey bir tekniği yok ama sahaya çıkınca yaşattığı ve yaşattırdığı sürekli kazanma, mağlubiyete karşı savaşma hissi ile eşsiz bir oyuncu Puyol. Mesela bizim Türkiye Milli Takımı'nda Bülent Korkmaz da öyleydi. Ama Puyol dünya çapında gelmiş geçmiş en büyük savunma oyuncularından birisi. Yerinin dolması imkânsıza yakın!
2006'da Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Barcelona'yı hatırlayın, Ronaldinho hücum hattı için ne kadar önemliyse Puyol da savunma hattı için o kadar önemliydi.
"BARCELONA'DAN ÖNCE MANCHESTER UNITED İLE MUKALEVE İMZALAMIŞTIM"
Sanırım aşırı fanatik Real Madridliler hariç neredeyse herkes Puyol'u seviyor. Yalnız Alex Ferguson sizi hiç sevmiyor hatta sizden nefret ettiğini söyleyip sonra da kahkahayı patlatmıştı: "Rüştü o kadar iyi bir kaleci ki ondan nefret ediyorum. Hem Fenerbahçe hem de Beşiktaş'a Old Trafford'da yenildik. Hâlbuki kalede Rüştü yerine sıradan bir kaleci olsa ikisine de fark atardık"
Eksik olmasın, ben de onu çok seviyor, sayıyorum! Zaten ben Barcelona'ya gitmeden önce Manchester United'a transfer olacaktım. Yani Alex Ferguson beni transfer edip benden kurtulacaktı! O dönemde Manchester United kaleci antrenörü, sık sık beni izlemeye gelirdi. Bir keresinde oturup konuştuk, Fenerbahçe'nin Samandıra Tesisleri'nde onu ağırladım. Ve sonunda Manchester United ile ön mukavele imzaladık. Ama ben Barcelona'ya gitmeden önce Barcelona fanatiği olduğum için vazgeçtim. Laporta'ya söz vermiştim.
Ancak halen bazen "Barcelona yerine Manchester United'a gitseydim her şey çok farklı, çok daha iyi olabilirdi sanki" diye de düşünmeden duramıyorum. Old Trafford çok etkileyici bir yer. Ambiyans, ortam olarak Old Trafford çok farklıydı. 1996'da Fenerbahçe ile gittiğimde eski halinden de çok etkilenmiştim. Sonra Beşiktaş ile gittiğimde stat yenilenmiş, kapasitesi daha da atmıştı. Çok etkileyiciydi. Ben konuk takım kalecisi olarak bu kadar etkilendiysem acaba Manchester United kalecisi olarak nasıl etkilenirdim, düşündükçe bir garip hissediyorum.
"HEP SEVGİYLE SAYGIYLA KARŞILAŞTIM!"
Manchester Old Trafford deplasmanı dışında en çok hangi deplasmanlardan, statlardan etkilendiniz?
Valencia'nın eski stadından ve Bernabeu'dan. Ama mesela Türkiye'de her yerde beni sıcak karşıladılar. Hiçbir yerde kendimi tam olarak deplasmanda hissetmedim. Rakip takımın kalecisi olsam da taraftarlardan, seyircilerden hep saygı-sevgi gördüm. Hiçbir yere giderken "Eyvah yine mi buraya mı gideceğiz" demedim. Trabzon deplasmanı dâhil hiçbir yerde tepkiyle karşılaşmadım. Neden Trabzon'u örnek verdim çünkü o 1996'da şampiyonluğun kaderini belirleyen maç sonradan çok tartışıldı. O maç Trabzonspor'un çizgisini, gidişatını tamamen değiştiren bir maçtı. O maça rağmen ondan sonraki yıllarda Trabzon'a gittiğim zaman orada büyük bir saygı ve takdirle karşılaştım. Türkiye'nin her yerinde maça gittim, hiçbir yerinde organize bir tepki görmedim. Gittiğimiz tüm deplasmanlardaki bana olan bu bakış açısı işimi çok kolaylaştırdı.
"ÇEKİNDİĞİM TEK FORVET RONALDO OLDU!"
Peki, karşınızda görünce "Eyvah yine mi o forvet" dediğiniz çekindiğiniz bir hücum oyuncusu oldu mu?
Rüştü Reçber: Her kalecinin mutlaka karşılaşmak istemediği, karşısında oynamaktan çekindiği forvetler vardır. Yalan yok, benim de vardı. Dünyanın birçok önemli santrforlarına karşı oynadım ama gerçekten karşısında çekindiğim tek isim oldu o da Brezilyalı Ronaldo'ydu. Bence Ronaldo futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük santrforlarından bir tanesi.
"BATALLA TÜRKİYE İÇİN OYNAYABİLİR, BEN KARŞI DEĞİLİM"
2002'den sonra ilk ve şimdilik son büyük başarımızı Euro 2008'de yaşadık. Sonra bayağı bocaladık. Ve halen aynı şeyleri tartışmaya devam ediyoruz. 2008 öncesinde de turnuvadaki en istikrarlı oyuncumuz olan Mehmet Aurelio'nun Türkiye için oynamasını çok eleştirenler çıkmıştı. Şimdi de ben Batalla'nın Türkiye formasıyla oynamasını istiyorum diyorum ama kızıyorlar. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Aurelio, Euro 2008'deki en önemli oyuncularımızdan biriydi. Bizde şu anda Batalla'ya en yakın profilde oyuncu olarak Alper Potuk var. Bu teknik bir mesele. Alper çok iyi, çok potansiyelli bir oyuncu. Ancak Batalla yaşı ve tecrübesi hesaba katıldığında mesela Alper'e göre oyunun her iki yönünde de daha katkılı olabilen bir oyuncu. Alper de çok iyi, kimse yanlış anlamasın. Ancak oyuncu havuzunu geliştirmekten Türk futboluna zarar gelmez. Bana sorarsanız ben Batalla gibi uzun yıllardır Türkiye'de oynayan, Türk futboluna hizmet veren oyuncular konusunda kararın onlara kalması gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki son tahlilde de Batalla'yı oynatıp oynatmamak Türkiye Milli Takımı'nın patronuna yani Fatih Terim'e kalmış bir karardır. Bu konuda doğru rota çizilip uygulandığı zaman olabilir. Bu konuda benim hiçbir zaman negatif bir tutumum olmadı.
Adnan Januzaj tartışmaları, İspanya'da Brezilyalı Diego Costa, Almanya için oynayan Türkler ve Polonyalılar, Norveç'te 3 Fas asıllı oyuncu, İsviçre'de başta Shaqiri ve Xhaka olmak üzere bir sürü Kosovalı ya da Makedonyalı Arnavut… Fransa'da Zidane'dan sonra aşırı sağcılar faşistler bile Arap asıllı oyuncuların Fransa'ya faydalı oldukça oynamasına karşı değiller... Yani neredeyse tüm Avrupa bunu yapıyor, biz neden yapmayalım ki?
Eğer Batalla örneğinde olduğu gibi Türk futboluna katkı sağlayacak isimler olduktan sonra bizde de benzerinin uygulanmaması için hiçbir sebep yok. Almanya hücum hattını uzun süre iki Polonya asıllı oyuncu Podolski ve Klose taşıdı, şimdi de Türk olan Mesut taşıyor.
Ancak Almanya Milli Takımı örneğinde de gördüğümüz gibi Türkiye Milli Takımı'nın da istikrarlı başarılara ulaşması için takımın iskeleti Türk olmalıdır. Yani önce yerli altyapımızı düzeltmemiz gerek. Tabii bunu yaparken yurt dışında yetişip Türk pasaportuna sahip olan oyuncular ve Türkiye'de Türk futboluna uzun süre hizmet edip Türkiye için oynamak isteyen oyuncuları da yok saymamak lazım. Bütün halkalar bir araya gelip başarı zincirini oluşturabilir, oluşturmalıdır. İspanya tarihte üst üste üç büyük turnuvayı kazanan ilk ve tek takım ama dediğiniz gibi bu başarıyı sürdürmek hedefiyle İspanya Ligi'nde top koşturan Brezilyalı Diego Costa'yı İspanya Milli Takımı'na eklemliyorlar.
"COSTA GİBİ TERCİH YAPMAK ZORUNDA KALABİLİRDİM!"
Mesela siz de Diego Costa gibi çok genç yaşta İspanya'ya Rayo Vallecano'ya gidip oradan yıldızınızı onun kadar parlatıp Atletico Madrid'e gitseydiniz. Ve Türkiye Milli Takımı sizi inatla çağırmayıp İspanya Milli Takımı oynatmak isteseydi, ne yapardınız?
Zor soru. Ama şu da bir gerçek, o seviyeye geldikten sonra sizi Türkiye Milli Takımı kesin çağırırlardı. Ha başka bir mesele olup çok iyi performansınıza rağmen çağırmadılarsa ve İspanya çok istiyorsa mecburen kabul ederdim. Hayat çizginizi belirlemeniz lazım.
Tabii ki her şekil önceliğim Türkiye olurdu. Mesela Diego Costa'nın kararına büyük saygı duyuyorum. Belli ki doğduğu ülkeden çok ekmek yediği ülkeye daha bağlı. Tabii sürekli çok iyi oynamasına rağmen Brezilya çağırmayınca o da İspanya'yı seçti.
"FUTBOL KÜLTÜRÜMÜZÜ DEĞİŞTİRMEMİZ LAZIM"
Sizce bizim milli takım ve lig nasıl gelişir? Rüştü Reçber'lerin bu işe daha fazla el atması gerekmez mi?
Öncelikle Türkiye'deki futbol kültürünü değiştirmemiz, geliştirmemiz lazım. İnsanlara, bilgiyi daha da önemlisi bilgili insanlara sahip çıkmamız lazım. Almanya, Bayern Münih neden bu kadar başarılı? Çünkü halen Beckenbauer, Rumennigge, Völler'ler ülke futbolunu yönetiyor. Bizde ise halen paralı başkanlar modeli var. Kulüpleri yönetmesini bilen, futboldan gelen ama futboldan sonra da kendisini geliştirip eğiten güncel futbol bilgileriyle bezeli insanlar Türkiye futboluna yön vermeli!
Ancak bizdeki sistem o kadar çarpık ki! Mesela bizim büyük başarılara imza atan jenerasyonumuz bir var bir yok! Tabii bunda futbolu bıraktıktan sonra her şeyi salan, kendini geliştirmeyen arkadaşlarımızın da özeleştiri yapması lazım. Ancak baştan sistem bizi dışladığı için buna fırsatları da olmayabiliyor. Mesela ben TFF Futbol Direktörü olarak bazen nasıl bu göreve geldim diye düşünüyorum. Burada ne kadar devam edeceğim onu da bilmiyorum! Ben futbolu bırakır bırakmaz futbol yöneticisi olmaya karar verdim ve bunu gerçekleştirmek için çalıştım. Bir yandan futboldan kopmamak için maç analizleri yazdım, yorumculuk yaptım.
"SADECE PARALI İNSANLARLA BU İŞ OLMUYOR"
Ancak şu anda TFF bünyesinde eski futbolcu olarak bir tek ben varım. Bunun nedenini sormak, sorgulamak lazım. Bunca yıl bizlere şans verilmedi, ne oldu? Bizlere şans verilsin, en azından şu andakinden daha kötü olmaz. Sadece paralı insanlarla bu iş olmuyor. Biz neden Almanya gibi olamıyoruz? Tabii ki kültürel yapımız onlardan farklı. Ancak Almanya'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Orada bir sistem var. Sistem kendisine uygun kişileri seçiyor. Bizim Türkiye'de ise birisi geliyor bütün sistemi değiştiriyor. Tabii ki profesyonellere, paraya da ihtiyacımız var ama sadece bunlar yetmiyor. Sistemi düzeltmemiz gerek ancak bizim futbolu bırakmış eski yıldızlarımızın da bunun için kendilerini geliştirmeleri, çalışmaları gerekiyor.
"BÜLENT KORKMAZ GALATASARAY SPORTİF DİREKTÖRLÜĞÜ GÖREVİNİ GAYET İYİ YAPAR!"
Şimdilerde Bülent Korkmaz'ın Galatasaray Sportif Direktörlüğü için adı geçiyor. "Yapamaz!" diyenler var. Neden yapamasın? Gayet iyi yapar! O göreve gelmedi mi Bülent, o zaman Türkiye futbolunun yeni Bülent Korkmaz'larını taraması lazım. Bir genç çocuğun ileride ne kadar iyi stoper olup olamayacağını Türkiye tarihinin en iyi stoperlerinden olan Bülent Korkmaz'da daha iyi ölçebilecek kaç kişi var ki?
Sistemin olduğu yerde başarı da vardır ve sürdürülebilir hale gelir. Ben 17 yıl milli takım formasını giydim. Ancak kendimi sürekli geliştirmeye çalışıyorum. Sistemler insanların önünü açar ya da kapatır. Ben Fatih Terim'le kalıcı bir sistemin geleceğini düşünüyorum. Gelen kişiyi sistem belirlemeli, seçmeli. Bir kişi gelip sistemi belirlememeli. Herkesin hizmet edebileceği alanlar vardır. Herhalde 10 yıl içinde spordan gelen o spor branşlarını yönetmeye başlamalılar. Başka çaremiz yok.